ILI SU BARAJ SUYU ALTINDA KALAN YENİ HASANKEYF’DEN CANLI YAYIN
https://www.facebook.com/
HASANKEYF’DE VAKIF MEDENİYETİ İLE İLGİLİ YAPILAN ARAŞTIRMA
Hasankeyf ve çevresi, Hz. Ömer’in halifeliği sırasında İyâz b. Ganm’ın kumandasındaki İslâm ordusu tarafından fethedildi (19/640). Kaynaklarda, şehrin fetihten X. yüzyıla kadar uzanan tarihi hakkında bilgi yoktur. Bu yüzyılda meşhur coğrafyacı Makdisî, Hasankeyf’in müstahkem bir kalesiyle çok sayıda kilisesinin bulunduğunu ve çarşıları, hanları, taştan ve tuğladan yapılmış evleriyle güzel bir şehir olduğunu söyler (Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 141). Yüzyılın başlarında Abbâsî halifeliğinin siyasî gücü azalmış, Irak bölgesinin önemli bir kısmı Hamdânîler’in kontrolüne girmişti. Bizans kuvvetleri, İmparator I. Romanos Lekapenos döneminde (920-944) Hamdânî Emîri Seyfüddevle’nin Bağdat’a müdahalesinden faydalanıp Hasankeyf’e yakın yerleri ele geçirdiler (931); Bizans saldırıları XI. yüzyılda da sürdü. Güneyde ise Hamdânîler’in zayıflamasını ve Büveyhîler’in kuvvetlenerek Bağdat’a yönelmesini fırsat bilen Mervânîler Musul ve Diyarbekir ile birlikte Hasankeyf’i de zaptettiler. Ancak Mervânî döneminde şehir ve yöresi Türkmen beylerinin nüfuzu altına girmeye başladı. 1043’ten sonra Boğa, Anasıoğlu ve Göktaş’ın idaresindeki Türkmenler Musul-Diyarbekir arasına hâkim oldular; Tuğrul Bey de bu bölgeyi adı geçen beylere iktâ etti (Sümer, s. 96). 1071’den sonra Bizans’ın Anadolu’daki siyasî varlığının çöküşünün ardından Türkmen boylarının bu topraklara göçleri sırasında Hasankeyf’in çevresine ayrıca Yıva, Döğer ve Kayı boyu mensupları da yerleştiler. Nihayet Sultan Melikşah zamanında Selçuklular Mervânî hâkimiyetine son verip bölgedeki diğer şehirlerle birlikte burayı da aldılar (1085).
Musul Emîri Kürboğa’nın ölümü üzerine (495/1102) Musul eşrafı, şehrin valiliği için Emîr Karaca’ya karşı Kürboğa’nın Hasankeyf nâibi Türkmen Mûsâ’yı destekleyip şehirlerine davet ettiler. Ancak Cizre Emîri Çökürmüş karşı saldırıya geçince Mûsâ, Sökmen b. Artuk’tan yardım istedi ve karşılığında kendisine 10.000 dinarla birlikte Hasankeyf’i vermeyi vaad etti. Sökmen’in desteğiyle Çökürmüş’ü bozguna uğratan Mûsâ kısa bir süre sonra öldürülünce Sökmen Hasankeyf’e gidip şehri teslim aldı; böylece burada Artuklular’ın Hısnıkeyfâ kolu kurulmuş oldu (495/1102). Urfa Kontu Baudouin du Bourg ile Tel Bâşir Kontu Josselin, Harran Savaşı’nda (9 Şâban 497/7 Mayıs 1104) Sökmen b. Artuk ve Çökürmüş tarafından esir alınmış ve Sökmen Josselin’i Hasankeyf’e götürerek hapsetmiştir (Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi, s. 224). Artuklu Emîri Dâvud zamanında Urfa Kontu Josselin de Courtenay Âmid yakınlarına kadar gelmiş, ancak geri püskürtülmüştü (1129). Dâvud’un yerine geçen oğlu Fahreddin Karaarslan, İmâdüddin Zengî’ye karşı Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud ile ittifak yaptı. Meşhur tarihçi İbnü’l-Ezrak el-Fârikī, Muharrem 562’de (Kasım 1166) kendisinin Hasankeyf nâzırlığına tayin edildiğini ve bu sırada Emîr Çubuk’un soyundan bir cemaatin de Fahreddin Karaarslan’ın oğullarının hizmetinde olduğunu söylemektedir (Târîḫu Meyyâfâriḳīn, s. 213). Emîr Nûreddin Muhammed, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin hizmetine girdi. Daha sonraki emîrlerden Nâsırüddin Mahmud da sırasıyla Eyyûbîler’e, Anadolu Selçukluları’na ve sonra tekrar Eyyûbîler’e tâbi oldu (1220). Hasankeyf Artukluları’nın son emîri Mesud zamanında, Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil Nâsırüddin Muhammed önce Âmid’i, daha sonra Hasankeyf’i zaptederek Artuklular’ın buradaki hâkimiyetine son verdi.
Hasankeyf’in Kısa Tarihi
Hasankeyf’in Türk-İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır. ‘Hısnıkeyfa’olarak anılan bu şehir, ‘Kaya Kale’ şeklinde tercüme edilebilir. Çeşitli kaynaklarda her kavmin kendi dilinde farklı telaffuz edildiği bu kelime, ‘korunmaya müsait’ anlamına gelmektedir. Kale yekpare taş kitlenin oyulması suretiyle oluşturulmuştur.
Hasankeyf tarih ve doğanın barışık olduğu bir yerdir. Hasankeyf’in Türk İslam Tarihi ve Medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır. Hısn Keyfa olan bu şehrin adı ‘Kaya Hisarı’ şeklinde tercüme edilir. M. Streck’in belirttiğine göre Hısn Keyfa adının muhtemel olarak Asurca olduğu, ‘Kipani’ kelimesinden geldiğini iddia etmektedir. Eski tarih ve kavimlerde bu tür kelimelerin anlamı ‘korunmaya müsait’ yer anlamına geldiği belirtilmektedir. Kale’nin yekpare taştan olmasından dolayı buraya Süryanice’de Kayataş manasına gelen ‘Kifa’ kelimesinden geldiğini, Roma tarihçileriyse buraya ‘Kipas veya Cepha’dendiğini ifade etmişlerdir.
Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu konusu, eldeki bilgi ve belgelerin yeterli olmaması nedeniyle şimdiye kadar karanlıkta kalmıştır. Kuruluşu hakkındaki görüşler bir ihtimal olmaktan öteye gitmemiştir. Şehrin jeolojik yapısı ile mesken olarak kullanılan çok sayıdaki kayalara oyulmuş konutları (mağaralar) Hasankeyf’in Urartu dönemine kadar uzanan bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir.
Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre şehirleri arasında önemli bir kara ve su yolu güzergâhında olup, savaşların olması ve ticaret yollarının buradan geçmesi bir yerde Hasankeyf’i kültürlerin kavşak noktası haline getirmiştir. İran ve İç Asya Kültürleri, Doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürlerini barındırdığından, Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için Hasankeyf’e kale inşaa etmişlerdir. Miladi III. Asırda İranlılar Mezopotamya’yı ele geçirince Roma İmparatoru Diyokletion harakete geçerek, bütün Mezopotamya ve Dicle Nehrinin doğusundaki bütün yerleri aldı. M.S. 363 yılında Hasankey’in Bizanslıların denetiminde olduğu ve 451 yılında Bizanslıların yaptırdıkları kale ve korunma amaçlı yapıtları ile şehrin denetimine müslümanlar tarafından feth edilene kadar sahip olmuşlardır.
Hicri 17. yılda Hasankeyf İslam Orduları tarafından ele geçirilmiştir. Sırasıyla Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra, Hamdaniler (906-990),Mervaniler (990-1096) denetiminde kalarak daha sonra Artukoğularının eline geçmiştir. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup,Hasankeyf’e en parlak dönemi yaşatmışlardır. Artukoğulları Hasankeyf ile beraber Diyarbakır, Mardin ve Harput’ta hüküm sürmüşlerdir. Seçuklu Sultanı Alparslan ve Melikşah gibi değerli devlet adamlarının, ileri gelen komutanlarından Emir Artuk, 1071 Malazgirt Savaşından sonra bölgeyi Selçukluların hakimiyetine katarak Selçuklulara önemli bir katkıda bulunmuştur. Artuk oğlu Sökmen 1101 yılında Hasankeyf’i ele geçirip burada önemli tarihi ve mimari eserler yaptırmıştır. Böylece devlet idaresinde yeniden bir yapılanmaya gidilmiştir. Göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçilmiştir. Yönetimin halk kitlelerine dayanması, Artuklulara bağlı bölgelerde yarı müstakil bir hükümranlık anlayışıyla divanlar oluşturulmuştur.
Haçlı akımlarına rağmen ilim, sanat ve kültürel sahada hiçbir gevşeme gösterilmemiş olup, büyük çalışmalar yapılmıştır. Darphaneler kurulup devletin iktisadi yapısı hep canlı tutulmuştur. İlime ve ilim adamlarına büyük önem verilmiş, Hasankeyf şehir kalesine su getirilerek önemli bir teknik deha yaratılmıştır. Mekanik alanda kitaplar yazılmış, makineler, pompalar, fıskiyeler, su terazileri ve musiki aletleri yapılmıştır. 1232 yılında Eyyübi Sultanı El-Kamil El-Malik tarafından Hasankeyf ele geçirilmiştir. Ortaçağın ve şarkın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler, Mısır, Suriye ve Yemen’de hüküm sürmüşlerdir. Böylece Eyyübi Hükümdarlarının şehri ele geçirmeleri ile birlikte 130 senelik Artukoğulları dönemi sona ermiştir. Selahaddin’i Eyyübiden sonra Eyyübiler bir çok emirliklere ayrılmış Hasankeyf Eyyübi Hükümranlığı da bunlardan biridir. Eyyübiler çok önemli eserler yaptırmış, ilim, sanat ve kültürel alanda miraslar bırakmışlardır. Özellikle mimari sahada faaliyet gösteren Eyyübilerin, bir prensliği gibi Hasankeyf Eyyübileri diye tarihte yer edinmiştir. Moğollar burayı ele geçirerek yağma ve tahrip etmişlerdir. Bu tahrip ve yağma çok ağır olmuş, Hasankeyf bir daha eski özelliğini ve halini bulamamıştır.
Eyyübiler’den sonra Hasankeyf’e Akkoyunlular hakim oldu. 15. y.y. başına kadar hüküm sürdüler. 1473 yılında Uzun Hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasında yapılan Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey şehit olmuş ve Hasankeyf’te Dicle Nehri kenarında gömülmüştür. Akkoyunlular’dan sonra Hasankeyf İran Safavilerinin hâkimiyetine geçmiştir. 1515 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in Doğu Seferi ile birlikte Hasankeyf Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönemde Hasankeyf çevredeki aşiretleri idare eden merkezi bir hanedanlık konumunda olup, buna paralel olarak iktisadi ve ticari yapıda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000 civarında olması ise Hasankeyf’in büyük bir yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Ortaçağ tarihi ve yapıtlarından anlaşıldığı üzere, insanlar yazları serin kışları sıcak ve ortaçağ şartlarında modern ev hayatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Hasankeyf’te kültür ve uygarlıkların kaynaştığı, tarihte ilk bağımsız, Doğu Hindistan Cemaatlerinden birinin burada yerleştiği, ayrıca Yahudilerin burayı önemli bir yerleşim birimi olarak gördükleri,bu tür sosyal karmaşaların aydınlatılması ihtiyacı ise bölgede bir İslami Rönesans oluşumuna sebep olmuştur.
Katip Çelebi evvelce buraya Ras’algül dendiğini, Kadıköy veya Kefa olarak anıldığını, tarihçi Taylor’a göre Arap litaretüründe Sebat ve Aghval yani birbirinden ayrı yedi dar ve derin vadinin kenarlarından, bir merkeze doğru uzanmış ve mağaralardan dolayı bu ismi aldığı belirtilmektedir.
Hasankeyf İlçesi Yurdumuzun Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Batman İline bağlı, Dicle Nehrinin doğu kıyısında yer almaktadır. Güneyinde Güneydoğu Midyat Dağları, Kuzeyinde ise Petrol Mahzeni Raman Dağları bulunmaktadır. İlçe Merkezi Batman İl merkezine 37 km. mesafede olup, ortaçağ dünyasının kültür, ticaret ve siyaset odaklarının bütünleştiği, ihtişamlı ve gizemli bir antik kenttir.1926’da Gercüş ilçesine bağlanan Hasankeyf, Batman’ın 1990 yılında il yapılması üzerine ilçe olarak Batman’a bağlanmıştır.