GAZETECİ YAZAR VE SANAT İNSANI CAVİT ERSEN İLE GAZETECİLİK HATIRALARIM VE VEFA DUYGUSU
İNSANOĞLU ESER VE HİZMETLERİ İLE YAŞAR. ADANA’DAN KOCAELİ DARICA’YA ÖRNEK BİR GAZETECİ YAZAR VE SANAT İNSANI CAVİT ERSEN’İ VEFATININ 20. YILINDA RAHMETLE ANIYORUZ.
1921 yılında Adana’da dünyaya gelen gazeteci yazar Cavit Ersen son yıllarını Darıca’da geçirmiş ve 20 yıl önce 3 Eylül’de Darıca’da vefat etmiş. Mezarı Darıca hatun mezarlığında bulunuyor www.gebzegazetesi.com ve www.devrialem.tv olarak CAVİT ERSEN’İ RAHMET MİNNET VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ. RUHU İÇİN EL FATİHA
ÖLÜMDEN KORKMAYAN CAVİT ERSEN
Cavit Ersen’i Gebze’den birlikte bir süre gazetecilik yaptığım dönemde değerli arkadaşım Nevzat Coşkun ile 1980’li yılların ortasında ziyaret etmiş söyleşi yapmış kitaplarından satın alıp arkadaşlarımıza hediye etmiştik. Kendisi ile söyleşi yaparken söylediği şu sözleri hiç unutmuyorum “ÖLMEKTEN KORKMUYORUM ANCAK DAHA FAZLA YAŞAYIP DAHA FAZLA KİTAP VE YAZI YAZAMAYACAĞIMA ÜZÜLÜYORUM” Derken gözünden akan iki damla yaş, çok şey söylüyordu.
KÜLTÜR BAKANLIĞI’NIN AYIBI
Evet, Cavit Ersen çok güzel tarihi romanlar yazdı kendisine hak ettiği değer verilmedi. Cavit Ersen milli ve yerli olduğu için yok sayıldı. Kültür Bakanlığı ve ilgili kurumlar görmezden geldi. Yerli ve milli olmak için verilen seferberliklere rağmen Kültür Bakanlığına halen Turizm zihniyeti hakim. Kültür Bakanlığına turizm zihniyeti hakim olduğu sürece yerli milli ve manevi kültür değerleri yok sayılır görmezden gelinir. İşin en acı olan tarafı başta belediyeler olmak üzere birçok kurum ve kuruluş merhum Cavit Ersen gibi milli ve manevi eserlerle verip hizmet yapan kültür ve sanat insanlarına değer vermemesi. Yerel seçimlere kısa bir zaman kaldığı şu günlerde Darıca Belediye Başkanı Sn Muzaffer Bıyık, Cavit Ersen adını bir sokak ve parka vererek oylarını alarak seçildiği camiaya vefa borcunu ödemeli.
TEŞEKKÜRLER SAYIN YARDIM
Merhum yazar ve gazeteci Cavit Ersen için önemli bir vefa yazısı. Hazırlayıp yayınlayan vefalı dost gönül insanı ve kültür adamı değerli arkadaşımız Sn Mehmet Nuri Yardım’ın kaleme aldığı yazıyı sizlerle paylaşıyorum. TEŞEKKÜRLER VEFALI İNSAN MEHMET NURİ BEY!
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=3544005809215414&id=100008180891653&mibextid=Na33Lf
VEFATININ 20. YILINDA İDEAL ADAMI YAZAR CAVİT ERSEN
Yazan: Mehmet Nuri Yardım (Yazar ve Yayıncı)
Seneler ne çabuk geçiyor. Romanları, fikirleri ve idealleri bir nesli etkilemiş olan yazar Cavit Ersen’in vefatının üzerinde tam 20 yıl geçmiş. Maalesef toplum olarak unutma hastalığımız devam ediyor. Genel olarak insanlar hatırlamayabilir ama edebiyat dünyasının bu özge romancıyı unutmaya hakkı yoktur. Unutursa kendisine büyük haksızlık etmiş, görevini yapmamış olur. Vakıflar, dernekler, gazeteler, televizyonlar, dergiler, belediyeler bu vebali taşımamalı.
Benim ilk delikanlılık yıllarımın yazarıdır Cavit Ersen. Millî ve hamasi romanlarıyla yetiştik sayılır. 1970’li yılların sevilen ve okunan yazarlarından biri olarak hâfızalardaki ve gönüllerdeki mümtaz yerini hâlâ koruyor. Özellikle millî ve manevi değerlere önem verenlerin en çok takip ettiği sanat ve fikir adamlarındandı.
Muhafazakâr kesimin sevilen ismi Cavit Ersen’in, Kara Zindanlar, Kızıl Zindanlar, Zindanlar ve Beyaz İhtilal isimli romanları en tanınmış eserleri olarak biliniyor. Osman Gazi ve Orhan Gazi ile diğer tarihî romanları da ilgi gören eserleri arasındaydı.
Romancı, 29 Mart 1921 tarihinde Adana’da doğdu. Babası, Gümüşgerdanoğlu Mümin Hasan Efendi’nin oğlu Muallim Ömer Nâzım Bey’dir. Ömer Nâzım Bey, medrese tahsili ile birlikte Adana Muallim Mektebi’ni bitirdi. Annesi Süreyya Hanım şaireydi. Aile soy kütüğü itibariyle bir yandan Ramazanoğlu ailesiyle de akrabadır.
KUVA-YI MİLLİYE RUHUNA SAHİP BİR AİLENİN EVLADI
Romancımızın ilk yazısı henüz 17 yaşındayken Yeni Adam gazetesinde yayımlandı. Bir basın emekçisi olan Cavit Ersen, daha sonra İstanbul’a gelerek çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlikten şefliğe, yazı işleri müdürlüğünden başyazarlığa kadar hemen hemen her kademede çalıştı. Bütün görevlerindeki, gazete yazılarındaki temel hedefi ve biricik amacı, mensubu olduğu aziz milletimizi anlatmak, birlikte yaşadığı insanlarımızın moral değerlerini yükseltmekti. Bu gaye ile gece gündüz demeden çalıştı, çırpındı, yazdı ve anlattı.
Kuva-yı Milliye ruhu ile dolu bir ailenin evladı olan Cavit Ersen’in ilk millî eseri, Çeteler adını taşıyan bir oyundur. 9 Ocak 1949 tarihinde Adana’da sahnelenen oyun, şehrin kahramanlık hikâyesini dramatize ediyor. Tiyatroda üç perdelik Taşkınlar Lokali ile Melekler ve Şeytanlar isimli eserleri temsil edilir. Millî uyanışı aksettiren beş perdelik Cephe Gerisi isimli eseri de sahnelendikten sonra Adana Şehir Tiyatrosu’na veda eder. Çünkü kendi kurduğu Tiyatro Sevenler Cemiyeti, görüşleriyle mücadele ettiği kesim tarafından ele geçirilmiştir. Milliyetçi fikirlerine tahammül edilememektedir. Bu yüzden hem kurucusu olduğu Adana Şehir Tiyatrosu’ndan hem de Adana Halkevi’nden ayrılır. Ne var ki yazar, bu haksız muameleye direnir ve eserlerini Adana çevre il ve ilçelerinde temsil ettirmeyi başarır. Oyunun gösterildiği her yerde halk kendisine büyük tezahüratlarda bulunur, defalarca sahneye davet edilir, ayakta alkışlanır. Bir ara öğretmenlik de yapan Cavit Ersen, daha sonra bu mesleği bırakır.
BÜTÜN HAYATI ESER VERMEKLE GEÇTİ
Cavit Ersen, Muallim, Tel, Demokrat gazetelerinde çalıştı. Ardından Mersin Toros gazetesinde romanlarını tefrika ettirdi. Tefrika edilen iki romanı Semiramis ve Ruhsuz Gece’dir. Kitap olarak yayımlanan ilk romanı ise 1944’te çıkan Günahkâr Sokaklar adındaki eseridir. Bu romanında, Nasyonal Sosyalizmin güçlü devrinde İstanbul’un açlık, perişanlık ve fuhuş içinde yaşadığı bir dönemi anlatır. Adanalı bir milyonerin Bizans entrikalarıyla, içine düşürüldüğü felaketler zincirini dile getirir. Bu eseri ‘mistik şiirler’ diye adlandırdığı üç kitap takip eder: Fakirler, Mektup ve Sefiller. Her üçü de 1945’te Adana’da neşredilir.
İdealist yazar Cavit Ersen’in bütün hayatı eser vermekle geçer. Melekler ve Şeytanlar, Annesini Kurtaran Kahraman Çocuklar, Vefasız, Mektup gibi ilk eserlerini henüz yirmili yaşlarında iken ortaya koyar. Bütün bu eserlerinde millî heyecanın edebiyat kanalıyla topluma yansımasını arzu ettiğini görürüz. Siyasi yazılarını ise 1954’te Gün Doğarken’de toplar.
Yazarımız 1956 yılında okullar için ders kitapları da yazar. Öğretmenlikten gelen birikimini kitaplara aktararak İlkokullar İçin Alfabe, 2. Sınıf Ders Kitabı ve 3. Sınıf Ders Kitabı’nı hazırlar. Aynı yıl yayımlanan önemli bir eseri ise Benim Üniversitem adını taşır. Ersen, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından tavsiye edilen bu eserinde millî bir eğitim modeli önerir ve uygulanmasını talep eder. Önemli tespit ve tahlillerin bulunduğu kitap, büyük yankılar uyandırır, geniş kesimler tarafından okunur.
GÂH KIZIL, GÂH KARA: ZİNDANDAN…
Cavit Ersen’e Türkiye genelinde şöhret kazandıran ve hafızalarda yer alan unutulmayan eserleri arasında başta belirttiğimiz gibi “zindanlar serisi” bulunuyor. Tabii ki Ersen’in eserleri bunlardan ibaret değildir. Öncelikle tefrika edilmiş olmasına rağmen henüz kitap olarak yayınlanmamış eserlerinden biri Aşkın Gözyaşları isimli romanıdır. Yazarın ilk yankı uyandıran romanı Kızıl Zindanlar 1967’de yayımlanır ve defalarca basılır. O zorlu yıllar ideolojik bakışların toplumda egemen olduğu dönemdir. Bunu 1970’te basılan Kara Zindanlar takip eder. Zindanlar ise 1971’de yayınlanır ve böylece bir “nehir roman” meydana gelir. 1970’li yıllar Cavit Ersen’in en velut olduğu ve okunduğu dönemdir. Artarda yayımlanan eserleri şunlardır: Başbuğ (1976), Fadime (1976), Hürriyet Mücadelesi (1976), Beyaz İhtilal (1976), Boğata (çocuk romanı, 1976) ve Hepimizin Kavgası (1977). Yazarın ilk romanı Aşkın Gözyaşları dışında, henüz basılmamış olan Mefkûreci Öğretmen isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Yazdığı gazeteler taranırsa tefrika edilen ancak kitaplaşmamış başka çalışmaları da bulunabilir.
ÇİLEYE TALİP OLMAK
Yazıya talip olmak bir bakıma çileye davetiye çıkarmaktır. Kolay değil fikirlerinizi yalın ve cesur bir şekilde kaleme almanız. Beğenen de olur bu yazdıklarınızı, size kızanlar da… Açıkçası yazan insan ‘hamama giren’ kişidir. Sorgulanabilir her an. ‘Terlemeye’ hazır olmalıdır. Bu mukaddes çileye hazır olmak gerek. Bir meseleniz, idealiniz, davanız varsa asla yüksünmez, geri durmazsınız.
Cavit Ersen de hayatı boyunca çile çekmiş, acı duymuş, kahır görmüş bir düşünce ve sanat adamıdır. Öğretmenlikten atılış hikâyesini, 1950’ye kadar olan halk ve demokrasi hareketini, Demokrat Parti’nin zaferini Beyaz İhtilal isimli romanında anlatırken oldukça gerçekçidir. Burada, orak çekiçli Köy Enstitüleri’nde başlatılan ihtilal teşebbüslerini dile getirir. Başbuğ isimli eserinde ise Ülkücü Milliyetçilerin lideri merhum Alparslan Türkeş’i anlatır. Ona göre gençler, millî ve manevi değerlere bağlı olarak yetiştirilmelidir.
Kitaplarına bir bütün olarak baktığımızda Cavit Ersen’in, bütün gayretiyle Kuva-yı Milliye ruhunu okuyucularına aşılamak istediğini görürüz. Toplum, tarihine saygılı, geleneklerine bağlı olmalıdırlar. Ecdadını iyi tanımalı ve sevmelidirler. Yeni nesiller, ancak bu millî şuurla, bu tarih bilinciyle yere sağlam basarlar, geleceğe ümitle, aşkla, şevkle koşarlar.
TARİH ŞUURUNUN KÖKLEŞTİĞİ ROMANLAR
Şüphesiz Cavit Ersen’in bütün eserleri değerlidir ancak tarihî romanları çok kıymetlidir. Zira burada maziyi, ecdadı ve dayandıkları kökleri unutturmak isteyenlere karşı tarihimizin ihtişamını ve zarafetini hatırlatır. Yazarın kaleme aldığı tarihî romanlar arasında Osman Gazi, Orhan Gazi, Selahaddin-i Eyyübi, Murad Hüdavendigâr, Fatih Sultan Mehmet, Battal Gazi gibi eserleri bulunuyor. Cavit Ersen’in sürükleyici bir üslup ve akıcı bir Türkçe ile kaleme aldığı bilhassa Osman Gazi ve Orhan Gazi isimli tarihi romanları, yazarın vefatından tam 13 yıl sonra Yayın Yönetmenliği yaptığım sırada Mihrabad Yayınları tarafından yeniden okuyucuyla buluşturuldu.
OSMAN GAZİ
Ertuğrul Gazi’nin oğlu olan Osman Gazi, Kayı Boyu’ndan üç kıtaya yayılan büyük bir devletin kurucusudur. Babasından ve Selçuklulardan aldığı emanete hakkıyla sahip çıkan bu şanlı Oğuz Beyi, İlâ’yı Kelimetullah’ı, yani Allah’ın ismini yüceltmek ve hak din İslam’ı yaymak için cansiperane çalışmış ve altı asır ayakta duracak Osmanlı Devleti’nin temelini atmıştır. Günümüzdeki bütün dünya liderlerine örnek olan ve yüce bir medeniyetin temelini atan Osman Gazi, fethettiği topraklarda Müslümanlar için olduğu kadar gayr-ı müslimler için de adalet, müsamaha, huzur ve barış ortamını sağlamış, bütün insanlığa muhteşem bir devlet modeli armağan etmiştir. Ertuğrul Gazi Oğlu Osman Gazi, Cavit Ersen’in ilk tarihî romanıdır.
ORHAN GAZİ
Orhan Gazi, üç kıtaya yayılan cihan ülkesi, Devlet-i Aliyye’nin, yani Osmanlı Devleti’nin ikinci padişahıdır. Babası ve devletin kurucusu Osman Gazi’den devraldığı mesuliyetin idrakinde olan Orhan Gazi, bu sorumluluğun hakkını vermiş ve daha babası hayatta iken Bursa’yı fethedip başkent yapmıştır. Civar iller ile birlikte Osmanlı’yı daha da büyütmüştür. Osmanlıda, Orhan Gazi dönemi ile birlikte devlet sistemleştirilmeye başlanmış, muhtelif müesseseler ve teşkilatlar kurularak, devletin önü açılmıştır. Yapılan imar ve ihya çalışmaları ile Osmanlı şehirleri, cazibeli birer ticaret ve sanat merkezi hâline dönüşmüştür. İlk Osmanlı parası olan akçe sikkelerini bastıran, ilk vezir ataması yapan, Başkent Bursa’ya bağlı sancaklara kadılar tayin eden ve civardaki beylikleri Osmanlı’ya biat ettiren Orhan Gazi’dir. Vakıf sistemini kuran, ilk düzenli Osmanlı ordusunu kurup donanma çalışmalarını başlatan ve ilk defa kanunlar çıkaran da Orhan Gazi’dir. Kayı Boyu’nun devlet olma düşüncesinin temeli Osman Gazi ile atılmış, Orhan Gazi ile bu fikir, tam manasıyla sistemleştirilerek hakikate dönüşmüştür. Osman Gazi Oğlu Orhan Gazi, Cavit Ersen’in ikinci tarihî romanıdır.
YILDIRIM BEYAZIT
Cavit Ersen’in Yıldırım Bayezid romanı da tarih sever okuyucuların takdirleriyle karşılaştı. Padişahın efsanevi hayatı romanda özetle şöyle anlatılıyor: Yıldırım Bayezid, ismine yakışır şekilde hızlı hareket eden, her yere koşan, herkese ulaşan, hareket etme kabiliyeti son derece yüksek cevval, aksiyoner ve düşmanın tepesine yıldırım gibi düşen bir padişah. 1354-8 Mart 1403 tarihleri arasında yaşayan, 14 yıl saltanat süren Bayezid, Haçlılara karşı Niğbolu’da muhteşem bir zafere imza atmıştı. Yakın çevresi tarafından çok sevilen ve sayılan, genç yaşta hayatını kaybeden Yıldırım Bayezid, işlediği zulümlerle tanınan Timur’la Ankara’da yaptığı savaşı ne yazık ki kaybetmiş ve Osmanlı fetret dönemine girmişti. Osmanlı’da ilk ihanetleri yaşayan ancak moralini hiç bozmayan ve İ’lâ-yı Kelimetullah uğruna ömrünü tamamlayan Yıldırım Bayezid’in hayatı, ibretlerle doludur. Cavit Ersen’in ustalık dönemi eseri sayılan bu romanında, Fetih öncesi Osmanlı’nın genel durumu hakkında da fikir verilmektedir.
SELAHADDİN EYYUBÎ
Selahaddin Eyyubî romanı yayımlarken arka kapağı şu satırları yazmışım: “Bugünü anlayabilmek için dünü bilmek gerek. Bugün Ortadoğu kaynıyor, Kudüs gündemden düşmüyor. Çünkü Kudüs’e hâkim olan bir bakıma bölgeye de egemen olur. Bunun şuurunda olan İslam kahramanı Selahaddin Eyyubî, yaklaşık 840 yıl önce Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtarıncaya ve İslam topraklarına katıncaya kadar yememiş, içmemiş ve gece gündüz bu fetih rüyasını görmüştür. Büyük Sultan kalabalık Haçlı ordularını 1187 tarihinde mağlup etmiş ve Kudüsü Şerif’i işgalcilerin elinden kurtarmıştır. Bu fetih Selahaddin Eyyubî’nin Müslümanlara en büyük hediyesi olmuştur. Selahaddin Eyyubî’nin Kudüs’ün fethini anlatan merhum yazarımız Cavit Ersen, büyük bir İslam kahramanının dirayetini, azmini ve imanından aldığı mücadele gücünü bu eserinde canlı tasvirlerle anlatıyor. Romanın yarım asır sonra yeniden okuyucusuna kavuşması sevindiricidir. Eserin toplumumuzda bugünlerde yeniden uyanan tarih bilincine katkı sağlaması en büyük dileğimizdir.”
Mihrabad Yayınları, Cavit Ersen’in bu eserlerini kültürhayatımıza kazandırarak büyük bir değerimizin yeniden hatırlanmasına vesile oldu, geçmişle gelecek arasında mevcut olması gereken kültürel köprünün bir halkasını kurdu. Gecikmiş bir hizmet yerine getirildi ancak bununla yetinmemek lazım. Bütün kitapları bir külliyat olarak kültür hayatımıza bir an önce kazandırılmalıdır. Tiyatro eserleri sahnelere taşınmalıdır. Adına bir edebiyat yarışması açılmalıdır. Romanlarından herhangi biri, filme veya diziye aktarılmalıdır. O zaman belki vefa ödevimizi kısmen yerine getirmiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Aksi takdirde değerlerimizi unutursak biz de unutuluruz. Bunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Zira bazı ihmallerin neticesi vahim oluyor.
DOSTLARA BİRAZ DA SİTEM
Cavit Ersen’i tanıdığım yıllardan itibaren gazete ve dergilerde sayısını unuttuğum pek çok yazı yazdım. Hakkında ona yakın toplantı düzenledim. Kendisiyle ve yakınlarıyla röportajlar yaptım. Görevim bitti mi, hayır! İşte vefatının 20. Yılı geldi geçiyor. Hiçbir kuruluş onu rahmetle ve saygıyla anmak için henüz harekete geçmedi. İnşallah Aralık ayı sonuna kadar böyle bir anma toplantısı yapılır da bu ayıbı işlememiş oluruz. Bir araya geldiğimizde “Biz Tarık Buğra’nın, Sepetçioğlu’nun ve Cavit Ersen’in romanlarıyla büyüdük.” diyen, millî ve manevi duygu ve düşüncelere sahip olan akademisyenlerimiz, üniversitedeki hocalarımız nedense Cavit Ersen’e hiç ilgi göstermediler. Tabii bu konuda istisna kabul etmemiz gereken Erol Ülgen gibi hakiki ve vefalı birkaç ilim adamımız mevcut. Ama diğerlerinden hiç seda çıkmadı. Popüler bazı romancılar için talebelerine 500’ncü tezi verirken bu ihmallerini hiç düşünmediler. “Bir tez de Cavit Ersen’in Romanları’na dair olsun.” demediler. Ne diyebilirim ki… Bu kadirbilmezlik, vefasızlık ve düşüncesizlik karşısında ancak üzülebiliriz. Açık söyleyeyim, Cavit Ersen Allah korusun sosyalist bir düşünceye sahip olsaydı, sol dünya görüşüne sahip bulunsaydı bugüne kadar üniversitelerde en az 30-40 tez yaptırılırdı. Bu da ayrı bir garabet değil mi sizce? Ne diyelim, üniversite kürsülerini işgal eden bazı gamsız hocalarımıza Allah basiret, feraset, iz’an, insaf ve bilhassa vefa hissi nasip etsin. Bugün yazık ki Cavit Ersen’in ismi hâlâ edebiyat dünyasına mal olmamışsa burada taksirat sahibi olanlar iyi düşünmeli. Hoca olmak sadece unvan sahibi olmak değildir. Abdülbaki Gölpınarlı da, Orhan Şaik Gökyay da, Nihad Sâmi Banarlı da üniversitelerde hoca değillerdi ama bütün edebiyatımıza cömertlikle, geniş yüreklilikle sahip çıktılar. Allah üçüne de rahmet eylesin.
O GÖREVİNİ YAPIP GİTTİ YA BİZ?
Cavit Ersen, bundan 20 yıl önce 82 senelik çileli ömrünü tamamladı, hizmetini tamamladı, ömür defterini kapadı ve hayata veda etti. Şimdi huzur içinde Darıca Mezarlığı’nda uyuyor. Peki ya biz? Ona olan görevlerimizi yerine getirebildik mi, hayır! Mesela şimdiki Adana Şehir Tiyatrosu yöneticileri, eserlerinden birisi bugüne taşıyamaz mı? Keza İstanbul Şehir Tiyatroları bu hizmeti hatırlamalı değil mi? Yerli yazarların eserlerine sahip çıkmak gerekmiyor mu?
Cavit Ersen’in doğum gününü unutamıyorum. Rahmetli Servet Kabaklı’nın da sahip çıkmasıyla Türk Edebiyatı Vakfı’nda unutulmaz bir toplantı düzenlemiştik. Tarih 27 Mart 2001. Sultanahmet o gün çok daha güzeldi, vakıf binası çok hareketli ve heyecanlıydı. Cavit Ersen’i dünya gözüyle görmek isteyenler, vakfın nezih salonlarını doldurmuştu. Yazarımız 80. yaşına ayak basmıştı. Bu yaş günü ve saygı toplantısına katılanlar, bana göre talihliydi ve tarihî bir güne şahitlik ediyorlardı. Değerli ilim adamı Erol Ülgen ve yazarımızın yayıncısı Sinan Yıldız konuşmuşlardı. Ersen’in hayatını, fikirlerini, eserlerini anlatmışlardı. Sonra romancımızı kürsüye davet etmiştim. O da duygu yüklü, zarif ve çok anlamlı bir konuşma yapmıştı. Toplantıyı ben yönetmiştim. Romancımızın eşi de toplantıya iştirak etmişti. Hakikaten hem onun hem de bütün katılımcıların sevinci büyüktü. Servet Bey Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı merhum Ahmet Kabaklı Hocamız tarafından hazırlanan plaketi, yeğeni ve yeni vakıf başkanı sıfatıyla Cavit Ersen’e takdim etmişti. Bu arada Cavit Bey’in dava arkadaşı Ahmet Kabaklı’nın şu sözü romancımızın çıktığı zirveyi görmeye yeter zannediyorum: Kabaklı Hoca’ya göre, “Cavit Ersen Türk milliyetçiliğinin bekçisidir.”
BU KALP SENİ UNUTUR MU?
Çilelerin, acıların, kahırların adamıydı, asla yılmadı. Millhetinin derdiyle hemdert idi. Yürekten inandığı dünya görüşünden hiç kopmadı, fikirlerini anlatmaktan yorulmadı. Kanlıca’daki biricik gecekondusu başına yıkılmış, çoluk çocuğuyla ortada bırakılmıştı. Yine de pes etmedi. Zira bunu yapanları tanıyordu ve onları teşhir ediyordu. Hak bildiği yoldan hiçbir zaman taviz vermedi. 82 yıllık ömrü boyunca kutlu inancı, yüksek idealleri ve soylu ülküleri için yaşadı. Onu nisyana mahkûm etmek isteyenler bunu başaramadılar.
Romancımız, son zamanlarında kaldığı Darıca Huzurevi’nde iken rahatsızlanması üzerine, Gebze SSK Hastanesi’ne kaldırılmıştı. 21 Ocak 2003 Salı günü hastanede vefat etti, ertesi günü Darıca Nenehatun Mezarlığı’nda toprağa verildi. Merhum Cavit Ersen’i 7 Ocak 2001 tarihine Darıca’da ziyaret etmiştim. Yıllar sonra oğlu Ömer Süreyya Beyle birlikte kabrini ziyaret ettik bu sefer. Şimdi vefatının ardından 20 sene geçmiş. Kalem ve kelam ordusunun mümtaz bir eri olan romancımıza Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun inşallah. Onu tanıyanların, eserlerini okuyanların ve bundan sonra tanımak isteyenlerin, bu gönül erine birer Fatiha’yı esirgemeyeceklerine inanıyorum. (3 Eylül 2023) (kaynak. www.sanatalemi.com.tr)