20 YIL ÖNCE-20 YIL SONRA YUNANİSTAN’DA BELGESEL ÇEKİMLERİNDEN NOTLAR (I)

 Yunanistan’a ilk kez 2003 yılında gidip belgesel çekmiştim. Daha sonra birkaç kez daha gidip belgesel çekmiş özellikle Türklerin yaşadığı Batı Trakya bölgesinde geniş çaplı araştırma yapıp bölgede yaşayan Türklerle konuşup belgesel programlar çekmiştim.

Aradan 20 yıl geçmesine rağmen halen bu belgeselimiz başta TGRT belgesel TV olmak üzere birçok kanalda yayınlanıyor. Bu satırları yazdığınız 2 Ağustos 2023 tarihinde TGRT belgesel TV’de yayınlanan YUNANİSTAN’DAKİ OSMANLI Belgeselimiz yayınlanıyordu. Yayınlanan belgeselden kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum:

TGRT’DE YUNANİSTAN GİRİT BELGESELİMİZ YAYINLANDI

29 ve 30 Temmuz 2023’de Yunanistan’da belgesel çekip Türkiye’ye yeni döndükten sonra ayağınızın tozu dururken Yunanistan belgesellerimizin yayınlanması beni duygulandırıp, 20 yıl önce yaşadıklarımı yeniden yaşattı.

https://fb.watch/m8g-EjjP6N/?mibextid=qC1gEa

1 Ağustos 2023’de TGRT belgesel TV’de yayınlanan Devri Alem belgesel programımızda 2003 tarihinde İlim Kültür Tarih Araştırmaları Merkezi www.iktav.com kültür hizmeti olarak hazırladığımız Devri Alem belgesel programımız Yunanistan’da çektiğimiz GİRİT ADASI belgeselimiz yayınlandı.

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=1739163933178758&id=100004338481610&mibextid=qC1gEa

12 yıldan beri TGRT belgesel TV’de her gün sabah 07, gündüz 12 ve gece 03’de yayınlanan devri âlem belgesellerimizi www.devrialem.tv ve www.belgeselyayincilik.com web TV kanalımızdan da izleyebilir; www.ismailkahraman.net ve www.gebzegazetesi.com da belgeselcinin not defteri köşemizde 38 yıldan beri yayınlanan makalelerimizi okuyabilir; görüş, öneri ve yorumlarınızı bizler paylaşabilirsiniz.

 20 YIL ÖNCE 2003 TARİHİNDE YUNANİSTAN’DA BELGESEL ÇEKİMLERİMİZDEN NOTLAR

İskeçe’den Dedeağaç’a Yunanistan da Devr-i Âlem

Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesinde araştırmamız ve belgesel çekimlerimizi sürdürüyoruz. Dedeağaç’a gitmek üzere İskeçe’den ayrılıyoruz. Yine verimli topraklardan geçiyoruz. Sağ tarafımızda masmavi sularıyla Ege denizi, solumuzda ise yemyeşil zirveleriyle Rodop dağları. Ege Denizi ve Rodop dağları arasında kalan Batı Trakya ovaları verimli ancak Yunanistan’ın baskıları sonucu sürekli kan kaybediyor.

Batı Trakya sürekli mezalime uğramış. Yıllarca Bulgar işgali altında kalmış. Batı Trakyalılar yıllarca Bulgar mezalimi yaşadık. Bulgarlar çok büyük vahşi hareketler yaptı. Şimdide Yunanlılar aynı mezalimi yapıyorlar. Lozan Antlaşması ile aldığımız haklarımız yok sayılıyor. Bize bu topraklarda huzur vermiyor diyorlar.

Gerek Bulgarlar ve gerekse Yunanlılar deyim yerindeyse bindikleri dalı kesmişler. Yunanlılar Türkleri Batı Trakya’dan kaçırmışlar, Bulgarlar da Türkleri Yunanistan’dan kaçırmışlar. Bu yüzden tarım ve hayvancılık ölmüş. Tarlalar verimsiz ve hayvancılık öldüğü için bugün her iki ülke gıda maddesi ithal eder hale düşmüşler.

Bugün Yunanistan ve Bulgaristan’ın yaşadığı ekonomik krizin temelinde bu yatıyor. Yunanlılar; Kafkaslar, Azerbaycan ve Gürcistan bölgesinde Türkçe konuşan Ortodoks Hristiyanları Batı Trakyalıları asimile etmek için Yunanistan’a getirmişler. Bugün 1 Milyona yakın Yunanistan’da Türkçe konuşan Kafkas kökenli Ortodoks göçmen yaşıyor.

Girit, Rodos ve Batı Trakya bölgesine yerleştirilen bu Ortodoks göçmenler Yunanistan’daki ekonomik krizden dolayı Yunanistan’ı terk etmeye başlamışlar. Dedeağaç’ta karşılaştığımız Andrea adlı Azerbaycanlı bir Ortodoks “Artık biz Yunanistan’ı terk ediyoruz. Burada hayat kalmadı. Kendi ülkemize dönüp orada hayatımızı süründüreceğiz.” diyerek Yunanistan’daki ekonomik krizin boyutunu gösteriyordu.

Dedeağaç’taki gezimizi süründürürken birçok insan bizlere Türkçe merhaba diyerek alışveriş yapmamızı istiyorlardı. Sahil kenti olan Dedeağaç’ta turist yok denecek kadar az. Restoranlar boş. Herkes ekonomik krizden dert yanıyor. Dedeağaç sahilinde yapılan Pontos anıtında bizim Aba zıpka giyerek horon oynayan Karadeniz uşaklarının heykeli yapılmış. Yunanlılar Megolaidea fikirlerinden hiç vazgeçmiyorlar. Nüfusları azalsa da ekonomik kriz içinde iniminim inleseler de yine Pontos hayalleri ve Anadolu’dan toprak taleplerinden vazgeçmiyorlar. Dedeağaç İpsala sınır kapısından Türkiye’ye giriş yapmamın huzuru içerisinde İstanbul’a doğru yol alırken sizleri Dedeağaç’la ilgili ansiklopedik bilgilerle baş başa bırakıyorum.

DEDEAĞAÇ

Şehir Türkçe adını, XV. yüzyılda burada yaşamış bir gönül sultanın ilim irşat vazifesi yaptığı tekkenin bahçesinde bir ağacın gölgesinde oturmayı adet edinen bir Allah dostunun babasından aldığı söylenir. XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar bir balıkçı köyü iken demiryoluna kavuştuktan sonra önem kazandı. Dolayısıyla buranın limanı da Şark demiryolları tarafından temizlendi (1905).

Edirne vilayetine önce kaza, sonra da sancak merkezi olan Dedeağaç’ın merkezi ilçesiyle birlikte üç ilde (Dedeağaç, İnöz, Sofulu), on iki bucağı ve yüz altmış sekiz köyü vardı. Önceleri 9 bin olan nüfus, sancak olmasından sonra artarak 66 bin 90’a ulaşmıştır. Şehirde 8 yabancı devlet konsolosluğu ve 7 vapur acenteliği vardı.

1912 yılında Bulgarlar tarafından zapt edilen Dedeağaç, 10Ağustos 1913’te Bükreş antlaşması’yla Bulgaristan’a verildi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Neuilly Antlaşması ile (27 Kasım 1919), Yunanistan’a geçti ve Yunan Aleksandropolis adı verildi.

Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde sancakta 103 cami, 2mescit, 6 hamamı, 20 çiftlik bulunmaktaydı. Bu dönemlerde sancağın geçimi ipek böcekliği ile sağlanmaktaydı. Şarap, üzüm, tütün, iplik, koyun, keçi, sığır yetiştirilirdi. Buraya 1888’de resmi evrakın muhafazası için bir mahzen ile bir telgrafhane (1891) yaptırılmış, mahkeme dairesi onartılmıştır (1894). Şehirde yaşayan Rum ve Bulgar toplumları içine yaptırılan veya onarımına izin verilen yapılar şunlardır: 1892’de, 1896’da ve 1906’da birer Rum kilisesi, Bulgar halkı için Derbend Köyü’nde bir Bulgar kilisesi (1899), Yahudiler için ise iki havra(1903).

Şehirlerdeki Osmanlı dönemi yapılarından ayakta kalabilenlerden en önemlisi Süleyman Paşa Camii’dir. Dedeağaç’a 27 kilometre uzakta, Meriç Nehri’nin sağında Ferecik’tedir. Orhan Gazi tarafından Süleyman Paşa adına kiliseden camie çevrilmiştir. Minaresi sol taraftadır. Kapısının üzerindeki kitabeden minarenin sonradan eklendiği anlaşılmaktadır (1525 -1526). Camiin kubbeleri kurşun kaplamadır.

DİMETOKA

Uzun bir süre Bizans yönetiminde bulunan, 1230 yılında Bulgar Kumandan Asen tarafından kuşatılarak teslim alınan şehir, 1255’teyeniden Bizans yönetimine katıldı ve İoannes Kantakuzenos, bu şehirde imparator ilan edildi.

I. Murad tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son iller örgütüne göre Edirne ili merkez sancağına bağlı bir ilçenin merkezi oldu. I. Murad burayı aldıktan sonra Türklerce alınan Edirne şehrinin onarılmasına (1367) kadar Dimetoka’yı merkez edindi. Bu bakımdan Dimetoka’ya “Daru’s Saltanat” adı verildi. I. Murad burada kaldığı süre içerisinde harap olan kalelerin onarılmasını sağladı, çok sayıda resmi daireler ve binalar, okullar, yüksek imam medreseleri inşa ettirdi.

Osmanlıların Rumeli’de kesin olarak yerleşmelerinden sonra Dimetoka, değerini bir süre daha sürdürdü. Bu arada 1373’te I. Murad ile İmparator İoannes, Anadolu’da uğraştıkları sırada, her ikisinin de oğulları(Savcı Bey ve Andronikos) Rumeli’de ayaklanmışlardı. Bunun üzerine Rumeli’ye dönen I. Murad, ayaklanan prensleri İstanbul yakınında yenilgiye uğratınca, bunlar Dimetoka Kalesi’ne kapandılar, orada yakalanarak cezalandırıldılar.

Rumeli Beylerbeyliğinin Paşa Sancağına bağlı 150 akçalık bir kadılık olarak örgütlenen ve Edirne Bostancıbaşılarının emrinde ve çorbacı Voyvoda tarafından yönetilen Dimetoka Kalesi’nde sadece bir dizdar bulunmaktaydı. Bir süre Rumeli’yi eline geçiren Musa Çelebi de Dimetoka’yı hükümet merkezi yapmıştır.

1444’te II. Murad’ın yönetimi oğlu Mehmed’e (Fatih) bırakmasını fırsat bilen Hıristiyanlık dünyası, yeni bir Haçlı Seferi hazırlıklarına girişince, Rumeli halkı büyük bir paniğe kapılmış, boşaltılan Edirne şehrinin ileri gelenleri, bu arada şehzade Mehmed, Sadrazam Halil ve Hadım Sinan Paşa buraya sığınmışlar, mallarını ve ailelerini Dimetoka Kalesi’ne saklamışlardır.

XV. yüzyıldan başlayarak XIX. yüzyılın başına kadar Dimetoka önemli devlet adamları için bir sürgün yeri veya emekliye ayrılanların çekildikleri sessiz bir köşe idi. 1821 yılında Dimetoka’ya bağlı İpsala kazasındaki Hassa Korusu’na iskan olunan Ağnat Kazakları’nın hane, bağ, bahçe ve tarlalarından da öşür ve diğer vergiler alınmaya başlanıldı (Mart 1821) II.Mahmud devrinde modern anlamda örgütlenen Edirne ilinin merkez sancağına bağlı bir ilçe haline getirilen Dimetoka, Edirne ile Dimetoka halkı arasındaki anlaşmazlıktan dolayı Edirne’den ayrılmasına karar verildi (18 Nisan 1841).Türkiye’den ayrılması da bir kere 1876-1877 Osmanlı – Rus Savaşı’nın bozgunla sonuçlanması üzerine düşünüldü. Berlin Kongresi’nde, Türkiye’de bırakıldı. Buarada Dimetoka’y bağlı köyler, Rus Generali Stalip’in askerleri tarafından yıkıma uğradı. Bunlar ancak 1789’da yerlerine dönebildiler. Bundan sonra Balkan savaşlarındaki büyük bozguna kadar yıkık bir durumda kaldı. Bu savaşta Bulgar saldırısının başlaması üzerine elden çıktı ve 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Anlaşması üzerine Bulgaristan’a bırakıldı. Ancak Türklerin Balkanlar’da ileri harekâtından sonra imzalanan 26 Eylül 1913 tarihli İstanbul antlaşması ile Karaağaç ve Dimetoka, Osmanlı Devleti’ne bırakılmasına rağmen, I. Dünya Savaşı’nda Bulgarların kazanılması için yapılan fedakârlıkta 19 Ağustos 1914tarihli antlaşma ile Meriç’in sol kıyısındaki bu köprübaşılar, büsbütün elden çıktı. Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı kararları gereğince bütün Trakya Yunanlılar’a bırakıldı.

Osmanlı yönetiminde bulunduğu süre içerisinde Dimetoka, Bizans devrinde olduğu gibi Osmanlı devrinde de son derece önemli bir sayfiye yeri ve padişahların çok süre yazlık mevkiini oluşturmuştur. Bu sebeple sultanlar, ilk baştan burada saraylar kurmasına özen göstermişlerdir. Bu amaçla, Bizanslılardan kalan saraylar yenilenmiştir. Özellikle Büyük Kale’deki Bizans sarayını yenileyerek kullanmışlardır. Bir söylentiye göre kentin fethinden önce, kentin kuşatıldığı dönemde, Osmanlı ordusu cuma namazını Dimetoka’nın Kızıldere ilerisinde, Ayia Kiryaki ayazması üst tarafında kılmış olduğundan, bu sebeple bu mevkiye “Namazgâh” adı verilmiştir.

Dimetoka Kalesi Bizans çağından kalma bir eserse de, Osmanlı eserleri arasına girmiştir. Zira burası Osmanlı yönetimine büyük onarımlar geçirmiş, kale içindeki saraylar da kullanılır hale sokulmuştur. Kalenin bir kısmı çift duvarlıdır, bir alçak duvar, 2-3 metre uzunluğunda, öbürü ise 5-6metre yüksekliğindedir. 1800 metre uzunluğunda olan kale, Bizans İmparatorluğu’ndan toplanan binlerce işçi tarafından inşa edilmiştir. Kalenin kulelerinden bazıları çok iyi durumdaysa da büyük çoğunluğu yıkık ve harap durumdadır. Kale içerisinde Ayios Yeorgios Palaikastiris adlı bir Rum kilisesi de bulunmaktaydı. Bu kilisede 1341 yılında loannis Kantakuzinos’un eşi İrina’nın taç giyme töreni yapılmıştır. Kale içerisinde bulunan bu kilise, II.Mahmud’un bir Hatt-ı Hümayunu ile onarılmıştır (Haziran 1828).

Geliri II. Beyazid tarafından giderlere ayrılan Dimetoka’da XII. yüzyılda kale içinde, 100 Hıristiyan evi ile bir kilise bulunmakta olup, Türkler kalenin dışında, varoşta oturmaktaydılar. 12 mahalle ve 600 evden oluşan Türk semtine Mehmed Çelebi Camii, Nasuh Bey, Kurt Bey, Bazarlı Bey, Abdülvasi Çelebi, Oruç Paşa, Kapıcıbaşı, Tatarlar, Haraçcı, Zincirli, Çırcır,Abdal Cundi, Gazi Ferhad Bey mescitleri ile Mehmed Çelebi, Oruç Paşa, Nasuh Beyimaretleri, Kurşunlu ve Nasuh Bey harları Feridun Bey ile Oruç Paşa’nın Fısıltı Hamamı, önemli eserler arasında sayılırdı.

Doğan Bey Camii, 1420 yılında İvaz Paşa tarafından yaptırılmıştır. Üç kubbeli bir son cemaat yerinden sonra esas bina kare bir şekil arz etmekte ve bunun merkezinde dört payeye dayanan bir merkezi kubbe bulunmaktadır. Ana çizgiler bakımından Atina4daki Fethiye Camii’ni anımsatan bu binanın kubbe altı mekânının etrafını çeviren diğer mekânlardan köşelerdekiler çapraz tonozlar ile örtülüdür.

Çelebi Sultan Mehmed Camii, padişah emriyle 1420’de İvaz Paşa’ya yaptırılmış olup, 1821-22 yıllarında onarım görmüştür. 30X30 metre dış boyutunda olup, köşeleri pahalı, 2×2 metre kargir ayaklar arasında yapılmış ahşap kemerlere müstenid 11 metrelik bir merkezi kubbeli sahın ile tonoz örtülüdür. 8 metrelik kubbelerden birçok izler ve kemer yastık taşları kalmıştır.

Bayezit Camii, I. Murad tarafından 1361 ile 1389 yılları arasında inşa edilmiştir. Ancak camiin küçük ve harap durumda olması yüzünden büyük olasılıkla Yıldırım Bayezid tarafından 1389 veya 1390 yıllarında inşaatı yeniden yapılmıştır. Bu tarihte, duvar kısmına, yazıtlı taşlar yerleştirilmiştir. Son cemaat yeri üç bölmeli ve yanları açıktır. Her üç bölmede kubbelidir. Harem, dış ölçüleri ortalama 30×30 metre olan bir kare yapıdır.

1821-22’de çirmen Mutasarrıfı Salih Paşa tarafından bütün masrafları karşılanarak onarılan cami, son olarak 1903 yılında da bir onarım görmüştür.

Bugün ayakta yıkık da olsa veya temelleri kalabilmiş olan diğer Osmanlı dönemi yapılarından Nasuh Bey Mescidi, Pazar Bey Mescidi, Oruç Paşa Mescidi (Yapımı 1400-1401), Abdal Cidi Mescidi, Ferhad Bey Mescidi ile Abdal Cüneyd Zaviyesi (Yapımı 1485) ile Fısıltı Hamamı anılmaya değer.

Dimetoka’da yaşayan Hıristiyanlar için de birçok kiliseler inşa edilmiş veya eskileri onarılmıştır. Halen Dimetoka’da Osmanlı döneminden kalma 16 Rum kilisesi, 1 Katolik Bulgar kilisesi ile bir de Ermeni Surp Kevork kilisesi vardır. Bu yapıların yapım tarihleri şöyle;

Pakrevan Köyü’ne Bulgar Katolik (1866), Prizren Köyü’ne AyaTanaş (1859), Kaza merkezine (1863), Cambazlar Köyü’ne Konstantin Valanti (1869), Küçükdoğancı Köyü’ne Meryem Ana (1870), Sarı Hatır Köyü’ne Aya Yorgi(1872), İlçe merkezine Aya Marina (1883), Kadıköy’e Aya Yorgi (1901), İniceğiz Köyü’ne (1897) birer Rum kilisesi inşa edilmiş. Kale içindeki Rum kilisesi1834’te, diğer bazı kiliseler de 1838’de onarılmış, Sofulu kazası Paşmak Köyü’ne bir Rum sıbyan mektebi (1883), Saltın Köyü’ne bir Rum kız mektebi(1886) ile Kuleli Burgaz Köyü’ne Rum mektebi (1896) inşa edilmiştir.

DRAMA

Trakya ile Makedonya arasında Yunanistan’da bir şehir ve bölge. Kuruluşu Makedonya Krallığı zamanına kadar uzanır. Osmanlı yönetimine 1373-1374 yıllarında giren Drama, Balkan Savaşı sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kaldı. Osmanlılar’ın Rumeli’deki ilk genişleme yıllarında karargâhını Gümülcine’de kuran Hayredin Paşa öncü kuvvetlerini Mesta (Karasu) bölgesine doğru sürdü. Bunlardan serez’i kuşatan Deli Balaban’a yardım etmek üzere hareket eden Lala Şahin Paşa, ilk adımda Kavala’yı ele geçirdi, buradaki gümüş madenlerini denetimi altına aldıktan sonra drama önüne geldi. Drama kalesi kendiliğinden teslim oldu. Lala Şahin Paşa, Zihne, Serez ve Kara Ferye’yi Osmanlı yönetimine katarak Osmanlı sınırlarını Vardar Vadisi’ne kadar uzattı (1375). Böylece Osmanlı yönetimine giren Drama bir kadılık olarak Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlandı. Bölgede Türk ve Müslüman nüfusu artırmak üzere,, Yıldırım Bayezid, Karaman bölgesinde konar göçerlerden bir kısmının Drama çevresinde hala yaşadıkları görülmektedir. Evliya Çelebi Drama’yı şirin bir kasaba olarak anlamaktadır. XVII. Yüzyılda Drama Ovası’nda pamuk tarımı yapıldığını ve kasabada işlenen pamuğun çadır bezi olarak bütün Osmanlı İmparatorluğu’nda beğenildiğini anlatır. XVIII. Yüzyılın son yarısında ve XIX. yüzyıl başlarında Serez beylerinin buyruğu altına giren Drama Yunan ayaklanmasında derin etkiler altında kaldı. Drama Mahmud Paşa Yunan ayaklanmasında Drama’da toplanan gönüllülerle Serasker Selim Paşa komutasında Kolokotroni Savaşı’na katıldı ve Tırhala’yı ayaklanan Yunanlılar’a karşı savundu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun iç yönetimini yeniden düzenlediği XIX. yüzyılın ikinci yarısında Drama, Rumeli’de Trakya ile Makedonya hatları sınırlarında bir kasaba olup Selanik vilayetine bağlı bir sancak merkezi oldu. Selanik’in 120 kilometre kuzeydoğusunda Siroz’un 48 kilometre doğusunda ve iskelesi olan Kavala’nın 53 kilometre kuzeybatısında olarak Tenyanos Golü’ne dökülen Ankiste (Dramaniçe) Nehri kollarından bir çayın üzerindeydi.

Kaza, batı ve kuzeybatıda Siroz Sancağı ile kuzeydoğuda Edirne vilayetinin Gümülcine Sancağı, güneydoğuda Sarışaban, güneyde Kavala kazalarıyla sınırlıydı. Merkez ilçesinden başka Kavala, Sarışaban, Praviştailçeleri, Tirsoçam ve Geç bucaklarına ayrılmıştı, 131 köyü bulunmaktaydı. Bu yüzyılda tarım ürünleri olarak buğday, arpa, çavdar vb. hububat ile çok miktarda tütün, az miktarda pamuk yetiştirilirdi. Bağları çok olduğundan bol miktarda şarap çıkardı. Arı kovanlarından bolca bal ve balmumu elde edilirdi. Halk tütün tarımı, çorap ve şayak dokuma tezgâhlarıyla bolluk bir hayat sürmekteydi. Tarımın gelişmesi için de Osmanlı Devleti’nce gerekli tohumluk malzeme verilmiştir (1897). Ayrıca maden işletilmesi de gelişmişti ve 1847 yılında madenler çıkarılıyordu. XIX. yüzyılın sonlarında Sırbistan’ın bağmısızlık kazanması üzerine eski Sırbistan göçmenleri daha sonra da Kafkas göçmenleri ve 1876-1877 Osmanlı – Rus Savaşı nedeniyle Bulgaristan göçmenlerinin yerleşme alanı durumuna gelen Drama’da Balkan Savaşı’ndan hemen sonra Serez Sancağı ile birlikte 78 bin 52 Rum, Bulgar ve Ulah’a karşılık, bir kısmı Pomak ve Kıpti olmak üzere 429 bin 745 Müslüman yaşamaktaydı. Bu nüfusun 75 bini Drama merkez sancağında oturuyordu.

“Kamus-ül Alam” adlı eserde ise XIX. Yüzyılda kazanın toplam nüfusu 53 bin 167 idi.

Balkan Savaşı’nda Ali Yaver Paşa komutasındaki ordu, Ferecik’te Bulgarların eline düşmüştü. Bulgarların yaptıkları zulümler bölgede yaşayan Türkleri tiksindirmişti. II. Balkan Savaşı sonunda yerli halkın yardımı ile Yunanlıların eline geçti. Londra Antlaşması’yla Yunanistan’a bırakıldı. I. Dünya Savaşı’nda yeniden Bulgarların eline geçenDrama, bu savaşın sonunda kesin olarak Yunanistan’a bırakıldı. II. Dünya Savaşı’nda bir süre yine Bulgarların eline geçen Drama Savaş sonunda tekrarYunanistan4da kaldı. Laussanne Konferansı’ndan sonra Türkiye’deki Rumlar’a karşılık, Yunanistan’daki bütün Türklerle birlikte Drama halkı da Türkiye’ye getirildi. Bugün Drama’da birkaç aileden başka Türk kalmamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde buraya çeşitli mimari eserler yapılmıştır. Yıldırım Bayezid devrinde yapılmış 3 cami, birer küçük kütüphane,1 idadiye, 1 rüşdiye, birkaç sıbyan mektebi ve dokuma tezgâhları bulunmaktaydı. Drama’da Osmanlı eserleri arasında özellikle Kurşunlu Cami (Ferhad Paşa) ve Nasuh Paşa Hanı anılabilir. Ferhad Camii, 1906’da onarım görmüştür. XXI. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında Drama’ya Osmanlı Devleti’nce çeltik arazisi nehirleri üzerine iki adet köprü (1847), bir hapishane (1875) ve mevcut Mekteb-i İdadi-i Mülki içine bir bina (1907) yapılmış, Mahmud Paşa Medresesi onarılmıştır (1858).

Burada yaşayan Hıristiyan dinine mensup toplum içinde Kayapınar Köyü’nde Aya Marko (1860), Sarıdere nahiyesine Aya Yorgi (1870),Sarışaban nahiyesine Aya Dimitri (1873), Peluna Köyü’ne Aya Nikola (1895) adlı birer Rum kilisesi ile Rum sıbyan mektebi (1896), Çatalca Köyü’ne bir Rum kilisesi (1903) inşa edilmiş.

Category:

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir